بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
ٱلَّذِينَ إِن مَّكَّنَّٰهُمْ فِى ٱلْأَرْضِ أَقَامُواْ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتَوُاْ ٱلزَّكَوٰةَ وَأَمَرُواْ بِٱلْمَعْرُوفِ وَنَهَوْاْ عَنِ ٱلْمُنكَرِۗ وَلِلَّهِ عَٰقِبَةُ ٱلْأُمُورِ ٤١
Onlar, (o müminlerdir ki) eğer kendilerine yer (yüzün) de bir iktidar mevkii verirsek dosdoğru namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emr ederler, kötülükden vaz geçirmiye çalışırlar. (Bütün) umurun aakıbeti (nihayet) Allaha (râci') dir.
وَإِن يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَثَمُودُ ٤٢
(42-43-44) Eğer (kâfirler) seni tekzîb ediyorlarsa onlardan evvel Nuuh kavmi, Aad, Semuud (kavmleri), İbrâhîm kavmi, Lût kavmi ve Medyen Yârânı da (peygamberlerini) tekzîb etmişlerdir. Muusâ dahi tekzîb edilmiştir. Nihayet ben o kâfirlere (ukuubet hususunda) bir mühlet verdim de sonra onları yakaladım. (Bak) benim inkârım (inkılâbım) nasıl imiş!
وَقَوْمُ إِبْرَٰهِيمَ وَقَوْمُ لُوطٍ ٤٣
(42-43-44) Eğer (kâfirler) seni tekzîb ediyorlarsa onlardan evvel Nuuh kavmi, Aad, Semuud (kavmleri), İbrâhîm kavmi, Lût kavmi ve Medyen Yârânı da (peygamberlerini) tekzîb etmişlerdir. Muusâ dahi tekzîb edilmiştir. Nihayet ben o kâfirlere (ukuubet hususunda) bir mühlet verdim de sonra onları yakaladım. (Bak) benim inkârım (inkılâbım) nasıl imiş!
وَأَصْحَٰبُ مَدْيَنَۖ وَكُذِّبَ مُوسَىٰ فَأَمْلَيْتُ لِلْكَٰفِرِينَ ثُمَّ أَخَذْتُهُمْۖ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ ٤٤
(42-43-44) Eğer (kâfirler) seni tekzîb ediyorlarsa onlardan evvel Nuuh kavmi, Aad, Semuud (kavmleri), İbrâhîm kavmi, Lût kavmi ve Medyen Yârânı da (peygamberlerini) tekzîb etmişlerdir. Muusâ dahi tekzîb edilmiştir. Nihayet ben o kâfirlere (ukuubet hususunda) bir mühlet verdim de sonra onları yakaladım. (Bak) benim inkârım (inkılâbım) nasıl imiş!
فَكَأَيِّن مِّن قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَٰهَا وَهِىَ ظَالِمَةٌ فَهِىَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا وَبِئْرٍ مُّعَطَّلَةٍ وَقَصْرٍ مَّشِيدٍ ٤٥
(Evet) nice memleket (ler vardı) ki (halkı) zulümde devam edib dururlarken biz onları (mahv-ü) helak etdik. Şimdi dıvarlar tavanlarının üstüne çökmüş (ıpıssız kalmış) dır (o yerler). Ve (biz nice) kuyu (lar) ı muattal, (nice) yüksek saray (ları bomboş bırakdık).
أَفَلَمْ يَسِيرُواْ فِى ٱلْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَآ أَوْ ءَاذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۖ فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى ٱلْأَبْصَٰرُ وَلَٰكِن تَعْمَى ٱلْقُلُوبُ ٱلَّتِى فِى ٱلصُّدُورِ ٤٦
(Hiç de) yer (yüzün) de gezib dolaşmadılar mı ki (bari) bu sebeble düşünecek kalblere, bu suretle işidecek kulaklara mâlik olsunlar). Fakat hakıykat şudur ki (yalınız maaddî) gözler kör olmaz, fakat (asıl) sinelerin içindeki kalbler kör olur.
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِٱلْعَذَابِ وَلَن يُخْلِفَ ٱللَّهُ وَعْدَهُۥۚ وَإِنَّ يَوْمًا عِندَ رَبِّكَ كَأَلْفِ سَنَةٍ مِّمَّا تَعُدُّونَ ٤٧
Senden (başlarına çatacak) azâbı (n) çabucak gelmesini isterler. Allah, tehdidinden asla caymaz. Hakıykat, Rabbinin indinde bir gün sizin sayacaklarınızdan bin yıl gibidir.
وَكَأَيِّن مِّن قَرْيَةٍ أَمْلَيْتُ لَهَا وَهِىَ ظَالِمَةٌ ثُمَّ أَخَذْتُهَا وَإِلَىَّ ٱلْمَصِيرُ ٤٨
(Halkı sizin gibi) zulümde devam edib dururken kendisine mühlet verdiğim nice memleket vardır ki ben onları nihayet (azabımla) yakalayıverdim. Dönüş ancak banadır.
قُلْ يَٰٓأَيُّهَا ٱلنَّاسُ إِنَّمَآ أَنَاْ لَكُمْ نَذِيرٌ مُّبِينٌ ٤٩
De ki: «Ey insanlar, ben size ancak (gelecek) tehlikeleri apaçık anlatanım».
فَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّٰلِحَٰتِ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ ٥٠
İşte hem îman edenler, hem güzel amel (ve hareket) lerde bulunanlar: Mağfiret ve bitmez tükenmez rızık onlarındır.
وَٱلَّذِينَ سَعَوْاْ فِىٓ ءَايَٰتِنَا مُعَٰجِزِينَ أُوْلَٰٓئِكَ أَصْحَٰبُ ٱلْجَحِيمِ ٥١
Âyetlerimiz (in, akıllarınca, red ve ibtaali) hususunda birbirini âciz bırakacak bir halde (fesâd yarışına) koşanlar (a gelince:) onlar da çok alevli ateşin (cehennemin) yaranıdırlar.